Yolun bizi goturdugu yer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yolun bizi goturdugu yer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2013 Pazartesi

Hollanda'da... Alkmaar Peynir Marketi

Musadenizle Gulcinceyi biraz eski gunlerdeki haline cevirmek istiyorum. Zira blogumun son zamanlardaki halinden bana bile fenalik geldi. Bir kasvet, bir huzun. 
Gerci oyle cok seyi ust uste yasadik ki ben ne yapayim. Gulcince ne yapsin. Ama yok yahu icim sisti. 
Musadenizle bugun dunya, Turkiye , Gulcin ve tasinma gundemini bir kenara birakiyorum. Ve Hollandadaki cok ama cok guzel bir gunumuzu yazmak istiyorum. Biz Ozanla yillardir burada yasamiyormus gibi yine bir turistik aktivite yapmistik. Tarih Agustos'un 2siydi. Gunlerden Cumaydi efendim.

Hollanda denildiginde akla ilk gelen seylerden biri sanirim peynir. Bu ulkede peynir kesinlikle cok fazla uretiliyor ve tuketiliyor. Peynir ayni zamanda ciddi sekilde turistik bir malzeme oilarak da kullaniliyor. Peynir uretilen ciftlikler, peynir satilan dukkanlar turistlerin ilgisini cekecek sekilde duzenleniyor ve ziyarete aciliyor. Ama muhtemelen tum bu dukkanlar, citlikler vs arasinda peynirin en fazla turist cektigi yer Alkmaar Peynir Marketi. 


Alkmaar Hollanda'nin kuzeyinde nispeten kucuk bir sehir. Bu minik sehir her Cuma kurulan peynir marketiyle unlu. Peynir marketi 1592den beri ayni yerde kuruldugundan tarihi bir oneme de sahip. Ne yazik ki sadece Nisan ve Eylul aylari arasinda, sadece Cuma gunleri, sabah 10:00 ile 12:30 arasinda acik bu market. Dolayisiyla yakalamasi biraz zor. 

Alkmaar da bizim evimize uzak olunca bu seneye kadar bizim de yolumuz peynir marketine hic dusmemisti. Gecen haftalardan birinde Cuma gunu hava sicakliginin 35 derece olacagini duyunca, tamam dedim. Ben bu Cuma mumkunse calismayayim :) Iznimi aldim ve upuzun bir haftasonu planladik Ozanla dustuk yollara... 

Cuma sabahi ilk duragimiz Alkmaar'di. Biz arabamizla gittik oraya sonrasinda da planlarimiz oldugu icin. Ama Amsterdamdan trenle de sehre ulasmak mumkun ve belki de park sorunuyla falan ugrasmayacaginizdan cok daha kolay :) 

Pazarin acilisi saat 10da binanin tepesindeki canin calmasi ile oluyor. Ogrendigimize gore bu cani her hafta baska birisi caliyormus. Sonra bu acilis canini calan kisi, pazarin acik oldugu belli saatlerde canla muzik de yapiyor. Sizi bilmem ama ben can sesini seviyorum. Dolayisiyla can ile yapilan muzikten de buyuk keyif aldim :)


Biz sehir merkezine vardigimizda pazar meydana kurulmustu. Sira sira peynirler meydana dizilmis etraftakilerin bakislari altinda satilmayi, tasinmayi bekliyordu. Bir de baktim ki ne goreyim; bembeyaz giyinmis adamlar kafalarinda renkli renkli sapkalar, patir patir meydanda kosuyorlar. Oyle beklemedigim bir seydi ki ve oyle tatli gorunuyorlardi ki anlatamam :)

Yerlerde sira-sira sari-sari peynirler. Aralarinda renkli-renkli tasima aletleri. 
Kosturan 35 derece sicaktan terlemis ama yine de agiz dolusu gulen insanlar... 
O an, iste o an peynir pazari sahane bir yerdi... 



Pazarda 4-5 dilde sunum yapiliyor. Guzel bir sey bence. Bir suru sey ogrendik biz o sunumlardan. Mesela 26000 kg peynir varmis o sabah markette. Ve o peynirleri satmak icin calisan peynir marketi gorevlileri. Bir suru sey anlatti sunucu teyze. Ama ben bir kismini etrafi izlemekten kacirmis olabilirim. Aklimda kalanlar soyle birseyler iste :)

Temelde 4-5 gurup calisan var anladigim kadariyla markette.
Mavi elbiseliler pazarin sabah erkenden kurulmasindan, peynirlerin tasima araclarina yuklenmesinden ve pazarin toplanmasindan sorumlu.


Beyaz elbiseli sapkasiz amcalar Peynir uzmanlari :) Civar koylerden, ciftliklerden gelen peynirleri kontrol etmek ve sadece kaliteleri uygunsa pazara sunmak, sonrasinda musteriyle yeniden peynirleri incelemek, tatmak onlarin isi :)


Su icerideki amcalar peyniri tartmak ve musteriyle son pazarligi yapmakla gorevliler. Pazarlik kismi bizim koyun pazarlari gibi. Bagiran bagirana. Eller sallaniyor. Bagiriliyor. Tam bir eglence yani :)


Ve bu bembeyaz giysili, renkli sapkali amcalar da peynir tasiyicilari. Satilan peynirleri sapkalariyla ayni renk aletlerle once tartilmak uzere kantara, sonra da tasinmak uzere arabalara tasimak onlarin gorevi. Bunu yaparken de ozel bir yontemle yuruyorlar. Boyle salllana sallana kosarken nasil tatlilar anlatamam. Aslinda onlar ayni zamanda bu pazarin animatorleri. 


4 ayri gurup varmis pazarda peynir tasiyan. Bu 4 ayri gurup 4 renkle temsil ediliyor. Yesil, Kirmizi, Sari, Mavi. Her peynir tasiyicisi da mensup oldugu gurubun renginde sapka takiyor ve yine o renkteki peynir tasima aletini kullaniyor. Iste boyle rengarenk bir yer peynir pazari.

Peynir satma surecine gelirsek... 
Once mavi elbiseliler pazari kuruyor, sonra Peynir uzmanlari peynir orneklerini inceliyor, musterilere aciklamalar yapiyor. Eger musteriler tamam aliyorum ben bunlari derlerse, mavi elbiseliler peynirleri 8er tane tasima aracina yukluyor ve benim sapkali peynir tasiyicisi amcalarim geliyor sahneye :) Onlarin tasidigi peynirler hala eski usullerle kullanilan tartim araclarinda tartiliyor. O gun pazardaki butun peynirin satildigini dusunursek su amcalarim 26.000 kg peynir tasidilar. 35 derece sicakta vallahi kan ter icinde kaldi zavallilar.


Ogrendigimize gore eskiden Hollandada uretilen tum peynirler burada, Alkmaarda tartilmak zorundaymis. Bir nevi kalite kontrolu. Hatta sehrin en buyuk geliri bu peynir kontrol ve tartma islemiymis. Bugun tabi ki oyle degil duzen ama haa bu pazarin onemini kimse yok saymiyor.


Tartildi mi peynirler pazarlik basliyor. Hani kurban pazarlarinda yapilan pazarlikla vardir. Satic ve alici el sikisirlar ve baslarlar fiyatlari soylemeye. Buradaki pazarliklar da cok benzer. En son anlasilan fiyati bagiriyorlar. Satis bitti :) O zaman bizim peynir tasiyici amcalar yine yukleniyor peynirleri. Hoplaya hoplaya tasiyip pazarin yanindaki tahta arabalarin dibine birakiyorlar. Peynriler bu tahta arabalarla meydanin sonuna kadar goturuluyor. Ve kamyonlara yukleniyor. Kamyonlar girdi mi isin icine bence ruya bitiyor :)


Ben ruyama geri donecek olursam... Bu peynir tasiyicilar icerisinde bir tane turuncu sapkali amca var. O peynir tasimiyor. Elinde bir baston peynirlerin arasinda dolasiyor. Peynirlere bakiyor, peynir tasiyicilari ile konusuyor. Iste o amca Father of the Cheese. yani Peynirlerin babasi :) Bundan yillar yillar once peynir tasiyicilari bir cati altinda birlesmeye karar verip, renklerle 4 ayri guruba bolundugunde basta tarafsiz herkese sit mesafede duracak bir de peynir babasi olmasina karar  verilmis. Iste o da bu amca :) 


Aslina bakarsaniz peynir tasiyicilarinin kurallari oldukca sert. Ise gec kalmak kesinlikle yasak. Saticilardan para almak kesinlikle yasak. Calisma saatlerinde icki kesinlikle yasak. Bu kurallara uymayanlara para cezasi veriliyormus. Toplanan ceza paralariyla da bira gecesi duzenleniyormus :) Tutmayin beni sanirim meslek degistirecegim :)


Biz Peynir pazarina gittigimizde, fotograflardan da gorebileceginiz gibi, hava sahaneydi Alkmaarda. Ve peynir tasiyicilari yani bir anlamda bu pazarin basrol oyunculari da en az hava kadar yuzumuzu guldurduler. Cocuklari o aletlere koyup tasidilar... Isteyen herkesle fotograf cektirdiler - ki ortamda baya japon oldugunu dusunursek isteyen her japonla fotograf cektirmek hakikaten sabir isi :)- velhasil kelam orada bulunan herkesle ilgilendiler.


Bir ara ben de fotograf cekiyordum Bu peynir tasiyici amcalardan biri yanima geldi. Gayet ciddi bir ifadeyle egildi yerden kocaman peynir tekerini aldi. Bana makinayi ver diye isaret etti. Oyle ciddi ki surati verdim makinayi ne yapayim. Sonra o kocaman peynir tekerini bana verdi. Ve kocaman gulumseyerek haydi ben de senin fotografini cekecegim dedi :) Peynir tasiyicisi amcanin cektigi fotgrafim var artik benim :)

Peynir Pazari evet gercekten peynir satilan bir pazar. Ama gorduk ki ayni zamanda harika bir turistik aktivite. Nisan-Eylul aylari arasinda buradaysaniz bir Cuma sabahi 10:00 - 12:30 arasinda ugramanizi kesinlikle tavsiye ederim. Peynir pazarinin hemen arkasindaki muzeyi de gezmeden donmeyin bence. Kucuk ama cok sirin bir muze. Sonra belki bizim gibi bir de kisa Alkmaar turu yaparsiniz. 


Sehir kucuk ama oldukca guzel. Biz peynir pazarinin ardindan bir yarim saat 45 dakika daha dolastik sehirde. Mutlaka gezilecek cok guzel yerleri vardir bizim gormedigimiz. Ama merkezini dolasmak bize yetti diyebiliriz. Biz saat 1 gibi ayrildik Alkmaardan. Ayrilmamiz gerekiyordu cunku gidilecek yeni yerler vardi planimizda. 

Daha ogle saatleriydi biz Alkmaardan ayrildigimizda. Ozanla birbirimize baktik ve hadi bakalim duselim yola dedik. Siz macera burada bitti mi sandiniz? Yok canim. Cook uzun bir haftasonu icin cikmistik yola. Alkmaar ilk durakti ve biz maceraya yeni basliyorduk :)

Ama bu yazi cok uzun oldu. Arkasi baska yazilara :)

Bir de peynir tasiyicilarin yuruyuslerini size de gosteremeseydim icimde kalacakti. Iste buldugum guzel bir video. Arada video da cekmeli sanirim. Fotograflar ve yazilar bazi seyleri anlatmaya yetmiyor galiba :)


18 Temmuz 2013 Perşembe

Yolun bizi goturdugu yer: Bruges

Sevgili Bruges,
Bundan yillar yillar once, daha o zaman Ozan Hollandadaydi ben Istanbul'da, bir Aralik ayinda ben Ozan'i ziyarete Hollanda'ya gelmistim. O kis ayinda tavsiyelere uyup bir de seni ziyaret etmek istemistik beraber. 
Biz yola ciktik kar firtinasi baslamasin mi? 
Ha azaldi ha azalacak derken sana dogru yaklastikca kar firtinasi iyice cosmasin mi? O karli Aralik gununde biz sana geldik. Geldik gelmesine de sadece senin istasyonunu gorebildik. O gunun devami da buyuk bir macera ama onu baska bir gun anlatayim ben sana :)


Bu olayin ustunden bilmem kac yil gecti.
Bir gun bir baktik ki hava gunesli.
Hemen Rotterdamdan dustuk yola sana geldik.
Yollarinda yuruduk, cok yuruduk ama, cok yorulduk. O zamanlar cok sevdigimiz bir gun gecirdik sokaklarinda. Velakin o vakitler ben blog yazmadigimdan satirlara kaydolmadi o gun. Resimlerde kaldi sadece. Ne yalan soyleyeyim ogrendiklerimiz, yasadiklarimiz da biraz aklimizdan silindi gitti. 
Iste o yuzden ne zamandir yine sana gelmek aklimizdaydi.
Ozan bana seninle gececek bir haftasonu hediye edince aklimizdaki de ne mutlu ki basimiza geldi.
Gectigimiz haftasonu seninleydik Bruges.
Her ani cok ama cok guzeldi...


Ortacagdan gunumuze ulasmis pek cok kent var Avrupa'da. Ama sen bunlarin en degismemis, en o gunun ozelliklerini koruyarak bugunlere ulasabilmis olanisin anlatilanlara gore.
Hala ortacagdaki sinirlarini koruyorsun, hala ortacagdaki ev yapilarina sadiksin, ve hala ortacagdaki gibi sokaklarinda kosturan at arabalarinin sesleriyle yasiyorsun.
Masal gibi derler ya sevgili Bruges, iste sen gercekten masal gibi bir sehirsin...


Degismeyenlerin sadece bunlarla sinirli degil.
Eski zamanlarda da Ingilizlerin cok sevdigi bir yermissin. Simdi de oyle.
Eskiden de cok fazla ziyaretcin olurmus. Simdi de oyle. 
22.000 nufusuna karsilik 3,5 milyon insan ziyaret ediyormus seni.
Inanilir gibi bir oran degil aslinda.


Bir yandan da turistlere hak vermemek mumkun mu?
Oyle bir sehirsin ki her sokaginda sahitlik edilecek bir hikaye var.
Siradan dedigin evlerin de bile insani sasirtabilecek ayrintilar var.
Bak mesela su kisa kapilar, insanlarin ortacagda bugune kadar ne kadar kisa olduklarinin kaniti.
Sen hala sakliyorsun evlerinde bu kaniti.
Bir de bu kapilarin usundeki kadin heykelleri.
1500un ustunde evinde varmis bu heykeller. hepsi birbirinden farkliymis ustelik.
Bu heykelleri anlatan turlarin da varmis ama biz ona katilamadik.

Su evlerin duvarlarini oren tuglalarin renginden yapildiklari donemi anlayabilen insanlar var Sevgili Bruges. Ben ne yazik ki onlardan biri degilim. Ama rehberimiz karisik renklerden olusan evlerin 1870den once elle yapildigini soyledi mesela. Dusundum de anlayabilene anlatacak ne cok seyin var senin...


Sokaklarinda dolanip duruken bu hastaneye sutu yolumuz.
13. yyda hizmet vermeye baslamis bu hastane ve hemen yanindaki eczane. Su anda ikisi de muze, gezilebiliyor, biz gezdik.
O donemde kilisenin yonetiminde olan hastanede doktorlar calismiyormus aslinda. Rahipler ve rahibeler daha cok ruhlarini tedavi ediyorlarmis hastalarin. Arka bahcede eczanede kullanilmak uzere bitkiler yetistiriyor. Sarap uretip satarak hastanenein masraflarini karsiliyorlarmis. 
Sonra doktorlar eklenmis aralarina ah bir de berberler. Berberlerin de bir zaman operasyonlar yapiyor olmasi ne kadar ilginc degil mi Bruges?
Icine girdik, kocaman bir alan. Hastalar yanyana yatarmis bu alanda zamaninda. Operasyonlar icin ayri odalar falan yokmus. Mudahale yapilmasi gerekiyorsa yine ayni alanda yapiliyormus. Diger hastalarin gozlerinin onunde.
Kisin oyle soguk olurmus ki bu bina, hastalar isinsin diye 2-3 tanesini bir arada yatirirlarmis.
ne diyeyim o zamanlar hasta olmak da zormus be Bruges. 
Senin kollarinda olsan da...


Kanallarin cok guzel Bruges.
Bir de kanallarinin etrafindaki evler.
Bizim burada da kanallar var, evet. Ve cok guzeller, evet.
Ama senin kanallarin her seferinde bir baska guzel geliyor benim gozume.


Bak yine baska bir cok guzel kanalin ve onun kiyisindaki baska bir cok guzel binan.
Bugun 2be denilen bir dukkan aslinda burasi.
Sehrin en guzel manzaralarindan birine sahip cafelerinden biri.
Icinde de envai cesit bira, cikolata ve biskuvi satan bir dukkani var. 
Biz alisversise cok zaman ayirmadik bu kez Bruges, iyi de yapmisiz vaktimizi gezerek ve su manzaraya karsi keyf ederek gecirdik :)

kaynak: google images
Kanallarin ve evlerin gunduz cok guzel.
Geceyse nasil diyeyim muhtesem be Bruges.
Senin geceni gormeden iyi ki donmemisiz, iyi ki bir gecemizi seninle uyuyarak gecirmisiz.
O aksam Cambirinus'ta cok guzel bir yemek yedik once Ozanla. E yani musadenle dogum gunum :)
Sonra biraz fazla yemisiz vurduk kendimizi yollara.
Yuruduk, yuruduk, yuruduk.


Love lake denilen bolgenin en ucuna kadar yuruduk.
Cok guzeldin be Bruges.
Dantel gibiydin. Isiklandirilmis bir dantel.
O aksam yurumeye doyamadim sokaklarinda.
Yorgunluk olmasa ben daha cok yurudum ya...
Ertesi gun seninle bir gun daha bekliyordu bizi ne de olsa...


Muzelerin de var Bruges :)
Guluyorum ama niye diye bir sor.
Cunku hayatimda gittigim en komik muzelerden birinin sahibisin de ondan.
Patates Kizartmasi muzesi :)
Ya Brugges kusura bakma da patates kizartmasinin da muzesini yapmak nereden geldi aklina Allah askina :)
Tamam bir seyler ogrendim.
Mesela patates bitkisinin ciceginin oldugunu. 
Vallahi bilmiyordum! Hem de nasil guzel bir cicek.

Sonra mesela patates kizartmasinin ilk Belcikalilar tarafindan kesfedildigini. 
Belcikalilar genelde balik tutar kizartir yermis, ama bir kis cok soguk olmus onlar da patatesi balik gibi kucuk kesip kizartmis. Boylece patates kizartmasi bulunmus.


Mesela French Fries kelimesinin 2. Dunya savasi sirasinda merikali askerler tarafindan yayildigini. 
Bu amerikali askerlere Belcikalilar patates kizartmasi vermis. Bunu veren belcikalilar da fransizca konustugundan Amerikalilar bunlari bize fransizlar verdi demis. Tam Amerikalilardan beklenecek bir davranis vallaha :)
Perudan, Siliye., Oradan ispanyollar araciligiyla Kanarya adalarina ve oaradan da Avrupaya yayilan patatesin oykusunu anlatmissin bu muzende.
Tamam guzel ama komik Bruges kusuruma bakma :)


Bir de cikolata muzen var bak ona bayildim.
O da cikolatanin tarihini anlatiyor.
Ama takdir edersin ki cikolata kokulariyla gezince muzeyi etkisi baska oluyor, ah bir de muzenin icinde cikolta workshopu var sonra da cikolata ikram ediyorlar.
Ya tamam Bruges ustume gelme bir-iki cikolataya fit olabiliyorum iste ben de ne yapayim ama :)
Cikolatanin onceleri biberli bir icecek olarak tuketildigini, ardindan Hollandalilarin cikolata yagini ayirarak yenilebilen cikolata urettigini de sayende ogrenmis oldum.
Su minnacik Hollandadan daha neler cikmis bilemiyorum, aklim amiyor inan benim.
Cikolata guzel sey be Bruges, onun muzesini yapman iyi olmus bak soyleyeyim :)


Gezdigimiz bir baska muzede sadece 1 seyi gormeye gittik aslinda. 
Michelangelonun Italya disindaki 2-3 eserinden biri olan bu heykelini.
Bruges, oyle bir yapmis ki cocugu kucagina alsan guluverecek yanagini opuverecekmis gibi.
Iyi bak olur mu sen Michelangelonun bu eserine, ben yine gormeye gelirim onu belki...


Cok uzun oldu bu yazi ama sunu da yazmadan edemeyecegim.
Senin bir de 10.yydan kalma cok guzel bir katedralin varmis.
Iste bu meydan da bugun ku belediye binasinin karsisinda dururmus.
Napaolyon Bruges geldiginde, bu belediye binasini cok begenmis.
Aman keske begenmeseymis!
Bu binayii ortaya cikarmak icin karsina bir  meydan lazim, onun icin bu katedrali yikin demis!
Katedral yani aslinda arsasi 1801 de satisa cikarilmis. 
Bak ne diyorum katedral satisa cikarilmis.
Sonra da yikilmis.
Biliyor musun Bruges biz Antwerp'e gitmistik,oradaki katedrali de at ahiri yapmis napolyon sonra yikin demis ama yikimi ustlenen mimar oyalamis da oyalamis yikmamis katedrali.
ne yazik bak senin katedralini korunamamis kurban olmus Napolyonun cilgin fikirlerine.
Bugun o alanin ustunde kocaman bir otel var.
Yani meydan da olamamis iyi mi?
Bosa gitmis katedral!



Daha cok yazarim ben senin hakkinda Bruges.
Love Lake'i yazarim mesela.
Kugularini yazarim.
Sokaklarini yazarim.
Sirin evlerini yazarim.
Yazmaya anlatmaya doyamam, doner doner aynilarini bir daha yazarim.
Ama burada son vereyim ben bu yaziya.
Hep boyle kal sen Bruges.
Ayrupanin icinde inan bana bambaskasin...


4 Ocak 2013 Cuma

Yolun bizi goturdugu yer (7)... Zeeland

Gectigimiz cumartesi gunu hava biraz gunesli olunca hadi yola duselim dedik Ozanla.
Atladik Rafadan kafadan'a Hollandanin guneyine dogru yola ciktik.
Hollandanin guneyindeki bolgeye Zeeland deniyor.
Cok kabaca bir ceviriyle Deniz Alani.

Bu adin verlmesinin de cok hakli bir sebebi var:
Zeeland denizin icine dogru uzanmis kara parcalarindan olusan bir bolge.
Hollanda topraklarinin neredeyse %50si deniz seviyesinin altinda. 
Internetten buldugum asagidaki  resimdeki mavi alanlar deniz seviyesinin altindaki bolgeleri gosteriyor.



Zeeland Rotterdamin guneyindeki alan yani bir anlamda denizin bir parcasi olan bir bolge.
Ayni zamanda New Zeeland yani Yeni Zellanda'da adini buradan aliyor aslinda.
Koskoca ulkeye bu minnacik yerin adi neden verilmis derseniz orayi da Hollandalilar kesfetmis.
ve kendi ulkelerinden bir yerin adini vermiser.
New York'un ilk adinin New Amsterdam olmasi gibi...



Yollar bizi Zeeland'a gotururken ben buraya geldimizden beri Hollanda'nin suyla mucadelesi hakkinda duyduklarimi aklimdan gecirdim...

Tarih boyunca Hollanda suyla mucadele eden bir ulke olmus.
Bugun ustunde yasadiklari topraklarin neredeyse yarisini deniz/nehir sularindan arindirarak kazanmis Hollandalilar. 
Yani hala aklim tam olarak almiyor olsa da bugun ustunde yurudugumuz topraklarin cogu hatta Hollandanin en unlu sehri Amsterdam bile bir zamanlar denizin ya da nehirlerin parcasiymis.
Kanallar, yel degirmenleri, setler...
Bunlarla Dutchlar suyu kontrol altina almislar.
Kah topragi sudan arindirarak, kah toprak ustune toprak ekleyerek sehirler olusturmuslar.

Mucadelenin en fazla yasandigi yerlerden biri de Zeeland.
Yuzyillar boyunca insanlar bu suyun icinde yasayabilmek icin denizin onune setler kurmuslar.
Hani dalgalar sokaklari evleri yutmasin diye.
Ama...
Deniz seviyesi yukseldiginde, ya da ruzgar nedeniyle buyuk dalgalar olustugunda setler yetmemis.
Asmis setleri sular ve evler, sokaklar sular altinda kalmis Zeeland'da.
Son buyuk su baskini da 1953'te yasanmis.
Dalgalarin boyu 4 metreye yaklasinca varolan setler yetmemis bolgeyi korumaya.
Bir gecede 2000'e yakin insan olmus.
70.000 insan evini isini kaybetmis.
O zamanlar nufusu ancak 10 milyonun ustunde olan bir ulke icin buyuk bir felaket.

Photos: Getty Imageskaynak: http://www.wired.com/science/planetearth/magazine/17-01/ff_dutch_delta?currentPage=all

Bu seli anlatan onlarca film cekilmis elbette.
Biz de bir tanesini izlemistik Ozanla.
Filmin sonunda halk aliyordu eline kum cuvllarini dizmeye basliyordu denizin onune.
Iste oyle baslamis gercekten de su anda Zeeland'i koruyan buyuk setlerin yapim macerasi.

O buyuk sel felaketinden sonra Hollandalilar vergilerinin buyuk cogunlugunu suyla mucadeleye ayirmislar. 
Daha buyuk, daha yuksek, daha guclu setler icin planlar yapmaya baslamislar. 
Iste bu planlar Delta Works adi verilen, dunyanin en buyuk suyla mucadele projelerinden birini dogurmus.

Su anda Hollanda'da delta works kapmasimda yapilmis pek cok set var.
Bunlarin bir kismi bildigim kadariyla hep kapali.
Bir kismi ise asagidaki gibi, suyun seviyesine gore kapatilip aciliyor.
Oyle ya da boyle deniz suyunun onune bir set cekiliyor.
Bir ulke, koskoca denize karsi duruyor.

Photo: Ralph Hargarten

Hollandalilarin suyla mucadelesi beni hep cok etkiliyor beni.
Neredeyse %50si sular altinda kalabilecek bir ulke.
Yapilan arastirmalara gore eger bu setler olmasa ve suyla boylesine mucadele edilmese Rotterdam yani yasadigimiz sehrin sular altinda kalmasi icin gereken sure sadece 24 saat.
Evimize giden yol, alisveris yaptigimiz market, vitinlerine baktigimiz dukkanlar, sokakta merhabalstigimiz insanlarin tamemen sular altinda kalmasi icin gereken sure sadece 24 saat.
1 gun!
O kadar!

Ama mucadele devam ediyor.
Mesela ulkenin simgesi olan yeldegirmenleri de bu mucadelenin bir parcasi. 
Yel degirmenleri pek cok farkli sey icin kullaniliyor.
Bir kismi da bulunduklari topragi sudan arindiriyorlar..


Yel degirmenlerini merdivenin basamaklari arasinda sular tasiyormus gibi dusunun diye anlattilar bize.
Merdivenin en alti ustunde yurudugumuz topraklar.
En ustu ise deniz ya da dere.
Her bir basamakta bir degirmen var.
Gorevi de suyu bir sonraki basamaga tasimak.
Hani bizim eski tulumbalar ceker ya kuyu suyunu bir nevi oyle.
Su en son basamaga ulasinca hoop denize ya da dereye.
Suyla mucadele hikayesinin gerisi de baska bir yaziya :)


Bizim gecen Cumartesi gezimize donecek olursak.
Iste bu Zeelanddaki setlerin bir kismini gormeye gittik biz. 
Yukaridaki haritadaki gibi karalaribirlestiriyor bu setler. 
Ustlerinden arabayla gecebiliyorsunuz. 


Hatta bir kisminin ustunde yuruyebiliyorsunuz da.
Goruntu benim icin gercekten nefes kesici!
Orada olma hissi de.
Zira ruzgar oyle kuvvetli ki... 
Dusecek miyim? 
Ucacak miyim? 
derken korkudan nefesiniz kesiliyor gercekten.
En azindan bizim orada oldugumuz gun durum boyleydi ve 
benim nefesim gercekten kesildi :)


Bugun Zeeland'in en unlu yerlerinden biri kumsallari.
Evet kumsallar.
denizle mucadele ediyorlar ama denizle keyif surmeyi de biliyorlar yani.
Goz alabildigine uzanan incecik kum.
ve nedenini bir gun mutlaka arastiracagim.
Gordugum sayica en fazla deniz kabuklari burada!
Yaz mevsiminde buraya da gitmeli.
Hollanda icin yaz 5 gun falan suruyor zaten insallah biri haftasonuna denk gelir :)


Zeeland bolgesinin en buyuk sehri ve bolgenin bir nevi baskenti Middelburg.
Bizim de yolculuguuzun son noktasi bu sehirdi Cumartesi gunu aslinda.
Sansliydik cunku bizi bir panayir alani karsiladi.
Malum yeni yil ustu olunca...
Her sehrin vazgecilmezi buz pistleri Middelburg'ta da sehrin tam ortasindaydi :)


Beklemedigimiz kadar guzel cikti bu sehir.
Turist olarak gelirseniz gidilecek yerler arasinda sayilmaz belki.
Ama bizim gibi buralarda yasiyorsaniz gitmeye deger.
Hava oyle soguktu ki cumartesi gunu.
Cok da fazla dolanmadik biz sokaklarda.
Ama kisacik gunde sehrin sokaklarinda yuruduk.
Sehrin en unlu muzesi Zeeuws Muzesini de gezdik.
Benim fikrimi sorarsaniz ben muzeyi pek begenmedim.


Middelburg guzel.
Evet.
Ama benim o gunden aklimda kalan yolun kendisi.
Ve elbette setler - dijklar.
Bizi sulardan koruyan kocaman kocaman dijklar.
ve su miniminnacik ulkenin koskoca denize karsi  hic bitmeyecek mucadelesi.
Takdir ediyorum ama...
Dusundukce urperiyorum galiba...

11 Nisan 2012 Çarşamba

Lille

Gectigimiz haftasonu easter haftasonu oldugundan biraz daha uzundu bizim icin, pazartesi gunu de tatildi. 
Normalde benim haftasonu da calismam gerekeceginden biz ozel bir plan yapmamistik aslinda. 
Ama sonra durumlar degisti, beklenmedik gelismeler oldu ve easter haftsonu bana da dolayisiyla bize de tatil oldu... 
Laf aramizda, hasta hasta deli gibi calistigim bir haftanin ardindan iyi de oldu...

Velakin planlarimiz son anda degisince, uzaklara gitmek, oyle uzun uzun planlar yapmak cok mumkun olmadi. 
Baktik haritaya, bu sefer bize en cazip gelen yer evimizden sadece 2,5 saat uzaklikta olan kucuk bir Farnsiz sehri; Lille oldu... 


Lille, Fransa'nin Belcika sinirindaki ilk buyuk sehri. Rotterdam ile arasinda ise 'koca' Belcika uzaniyor. Iki ulke sinirlarini gectiginiz bu yolculuk ise kapidan kapiya iki- iki bucuk saat aliyor. Avrupa'nin guzelligi de bu aslinda. Iki bucuk saatte iki ulkenin sinirlarini asmak, sonra Hollanda'dan cok farkli bir kulturle karsilasmak mumkun oluyor. 

Ulkeler arasindaki sinirlar ise ilginc. Bildiginiz levhalar cogu zaman. "Hollanda'ya hosgeldiniz", "Belcika sinir sonu" gibi kisa cumleler koca koca ulkeleri ayiriyor burada. Bir de cok eskilerden kalmis artik bombos olan sinir ofisleri... Her yerde yoklar bile artik. Arabadan cektigimden fotograflardan belli olmasa da. Bu binalar bos. Belki de yikilmayi bekliyor...


Lille, Hollandaca'da Rijsel olarak aniliyor. Fransa'nin Paris, Lyon ve Marsilya'dan sonra dorduncu buyuk sehri. Ayni zamanda Fransa'da suc oraninin da Paris ve Marsilya'dan sonra ucuncu en yuksek olan sehri. Hollandadan sonra bize mi oyle geliyor bilmiyorum ama sokaklarda cok sayida evsiz var ve malesef cok sayida da dilenci. Biraz urkutucu, biraz uzucu...

Lille, eski bir sehir, eskiyi koruyabilmis bir sehir. Zamaninda aynen Antwerp gibi Ispanyol kralina baglanmis. Bunun gibi, Ispanya'daki kiliseleri andiran kiliseleri gorunce, insan nerelere kadar uzanmis Ispanyollar, nerelere kadar yaymislar kulturlerini diye dusunmeden, sasirmadan edemiyor aslinda...


Sehir, zamaninda ticaret ile unlendiginden ve sanayinin gelistigi bir yer oldugundan oldukca zengin donemler yasamis. Ama bence sehrin en guzel ozelligi 2004 yilinda Avrupa Kultur Baskenti secilmis olmasi. Sanirim bu Kultur baskenti secilen sehirlerin kiymeti anlasiliyor guzelliklerini daha fazla insan farkediyor. Aynen Liverpool'da oldugu gibi... Ne mutlu, darisi bizim butun guzel sahirlerimizin basina...


Fransa'nin kuzeyinde Belcika sinirinda yer alan sehrin en buyuk ozelliklerinden birisi Flemenk ve Fransiz mimarileri arasindaki gecisin yasandigi bolge olmasiymis. Insan sokaklarda dolasirken bu gecise resmen gozleriyle sahitlik ediyor. Bazi sokaklarda Hollanda catilari karsiliyor sizi, bazi sokaklarda unlu Fransiz balkonlari boydan boya siralaniyor. Ve insanin icinden hala bu gecisi koruyabilen Lille'yi tebrik etmek geciyor :)


Muzeler konusunda da Lille, Paris ve Lyon'u takip ediyor. Ve kuzey Fransanin en buyuk muzesini buyuk bir gururla adim adim buyutuyor. Kendileri de kabul eidyorlar belki bir Louvre degiller ama ozellikle ferah salonlari ile bu muze de gezmesi keyifli muzeler arasinda yer aliyor. 


Lille, bir de gastronomi meraklilarinin gozdelerinden biri olarak anlatiliyor. Biz hastaliklardan yeni kalktigimiz, ustelik cok yogun calisip cok yoruldugumuz bir haftanin sonunda havanin da bulutlu olmasini firsat bilip en cok bu yonuyle ilgilendik Lille'nin. Hani sehri anlat deseler belki cok sey bilmiyoruz bu defa, ne bildiysek hepsi yukarida :) Ama ne yenir ne icilir konusunda baya yogun calistik diyebliriz :) 

Iste o yuzden, her ne kadar Gulcince 'yedigin ictigin senin olsun, gezdigin gordugunu anlat' akiminin takipcisi olmaya calissa da, bu seferlik yazinin bundan sonrasi biraz yeme icme ustune :) 
Idare ediverin bu seferlik boyle :)

Sehir aynen mimari de oldugu gibi, yemek konusunda da felemenk ve fransiz etkilerini tasiyor. Ama ne mutlu ki fransiz etkisi agir basiyor :) Ayni zamanda bir universite sehri oldugundan cok uygun fiyatlara yemek yemek de mumkun. Biz yine, genelde kitabimizin onerilerini dinledik. Ve Lille mutfaginin bilesenlerinin pesinde kostuk durduk...

Midye...
Sehrin geleneksel mutfaginin vazgecilmezlerinden biri. Hatta her yil Eylul ayinda sehirde yapilan bir festivalde midye restoranlari kapilarinin onune gun boyunca yenilen midye kabuklarini yigarak kiyasiya bir yarisa girerlermis. En yuksek midye kabugu yiginini yaratan restoranin birinci olacagi kiyasiya bir yaris. Bizim tercihimiz Aux Molles restorani oldu, gecen yilin festival birincisi. Uygun sayilabilecek fiyatlar, 1930'dan beri ayni yerde hizmet veren bir lokanta. Ben midye dolmaya bayilirim, bu traz midyeyi ise ilk defa burada sevdim. Ama bu restorani en cok menuden sectigim Lambada kokteylini bana sunarken fonda lambada sarkisini caldiklari icin sevdim :) 


Cikolatali ekmekler...
Fransa'nin pek cok sehri gibi Lille de cikolatali urunleri ile unlu. Cikolatali ekmekler, cikolatali krepler. Yagmurun usul usul yagdigi bir cumartesi sabahi, yerlestik cok guzel bir kafe olan Foggs'un cam kenarindaki bir masasina, aldik mis kokulu caylarimizi elimize, ekledik cikolatali ekmeklerimizi yanina ve daldik kitaplarimizin satirlari arasina. Hava sogukmus, yagmurluymus hic umurumuzda olmadi. Belki de tatilin en huzurlu zamanlarindan biri cikolata kokusu esliginde o kafede gecirdigimiz saatler oldu....


Fransiz ekmekleri...
Muhtemelen benim icin fransiz mutfaginin en degerli parcalarindan biri. Bence bu ekmekleri en guzel pisiren yerlerden biridir Paul Kafe. Istanbul'da da var. Bir bizim burada yok :) Megerse1889 yilinda bu kosede dogmus Paul kafeleri... Sabah kahvaltilarindaki keyif yetmedi bir de evimize paul ekmekleri ile donduk. Hatta bir ekmek de arkadaslarimiza getirmistik ama biz dondugumuzde Hollanda da dukkanlar kapali olunca, bir yandan da mis gibi Paul ekmekleri kenarda durunca dayanamadik getirdigimiz hediyeyi de yedik :) Ayip ama ne yapalim cok actik :)


Etler... 
Her ne kadar ben oyumu ekmeklerden yana kullaniyor olsam da elbette Fransiz mutfaginin mihenk taslarindan biri elbette etler. Nasil yapiyorlarsa yapiyorlar harika pisiriyorlar. Ben izledigimiz bir filmde gordugumuz et yemeginden yiyecegim diye tutturmus olsam da, hay bin kunduz onu hicbir yerde pisirmemisler o gun :) Ustelik sectigimiz restoran, Domaine de Chavagnac da ordek restoraniymis :) Hani o benim istedigim yemegi pisirmis olmalari ihtimal dahilinde bile degil :)  Bu kucuk geleneksel yemekler pisiren restoranin en onemli ozelligi kullanilan tum urunlerin sahibinin ciftliginden gelmesi imis. Ondan ekmekleri de sahaneydi zaten. Evet evet aksam da ekmek yedim :) 


Saraplar...
Ve elbette Fransiz mutfaginin vazgeilmezleri. hem yemeklerde kullanilan hem de yemeklere eslik eden leziz saraplar. Saraplarin hepsi kesinlikle birbirinden guzel. Siradan bir ev sarabinin bile lezzeti inanailmaz. Bu bolgede sampanyanin da sofralardaki yeri oldukca fazla anladigimiz kadariyla. 

Bizim deneyip cok sevdigimiz barlardan biri nasilsa icerideki herkesin birbirini tandigi, surekli sakalastigi ve bize cok samimi davrandigi La Part des Anges oldu. Ne samimiyet ne samimiyet :) Bir digeri ise kesinlikle benim favorim: La Cave aux Fioles. Burasi aslinda bir restoran ama biz kendisini sadece bar olarak kullandik :)  Icerisi harika, duvarlar Jazz posterleriyle kapli ve fonda calan Jazz muzik. Yolu dusenlere hele Jazz sevenlere kesinlikle tavsiye ederim. 


Krepler...
Benim cok sevdigim yemeklerden / tatlilardan biri. Cok severim, cok pisiririm cok da yerim. Benim yengem Aksekilidir. Onlarin oralarda icine kiyma konularak yapilani akitma diye biliniyor mesela. O bolgelerin fransiz isgalinde kaldigi dusunulurse bir etkilesim olmus olabilir elbette. Ama bir yandan, niye fransizlar krep kulturunu bizim oralardan almis olmasin ki :) Bizim tercihimiz Le Creperie oldu. Yolu dusenlere restorani da krepleri de gercekten tavsiye ederiz.


Kuskusuz ki onca yurmemis olsak bu tatili bu kadar guzel hatirlamiyor olabilirdik. Ama ne soguga aldirdik ne yagmura. Kucuk bir sheir olan Lille'nin sokaklarini defalarca bikmadan usanmadan dolastik Ozanla. Ne de olsa bir daha ayni yere dusmuyordu insanin yolu genelde. Biz de o yuzden elimizden geldigince bu plansiz kacamakta Lille'yi aklimiza yazmaya calistik... 

Darisi nice kisa kacamaklarin basina :)


Bunlar da ilginizi cekebilir

Related Posts with Thumbnails